6 Haziran 2008 Cuma

KABE-İ MUAZZAMA


“Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor. (şöyle diyorlardı) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur: Şüphesiz sen işitensin, bilensin”.
Kuran’daki açıklama Kabenin yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hz.Adem ile Havva cennetten çıkarıldıkları vakit yeryüzünde Arafat’ta buluşurlar, beraberce batıya doğru yürürler.Kabenin bulunduğu yere gelirler. Bu esnada Hz.Adem, bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve cennette iken, etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun tekrar kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hz.Adem, onun etrafında tavaf ederek Allah’a ibadet eder. Bu nurdan sütun Hz.Şit zamanında kaybolur, yerine bir taş kalır. Bunun üzerine Hz.Şit, onun yerine taştan onun gibi dört köşe bir bina yapar ve o siyah taşı binanın bir köşesine yerleştirir. İşte bugün Hacerül Esved diye bilinen siyah taş odur. Sonra Nuh tufanında bina kumlar altında uzunca bir süre gizli kalır. Hz.İbrahim Allah’ın emri ile Kabe’nin bulunduğu yere gider. Oğlu İsmail, annesi ile birlikte orada iskan eder. Sonra İsmail ile beraber Kabe’nin yerini kazar. Hz.Şit tarafından yapılan binanın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün mevcut olan Kabe’yi inşa eder. Ayette “Beytullah’ın temellerini yükseltiyor” cümlesi bunu ifade eder.” (Bakara Suresi – Ayet no: 127)


“Kabe’nin ne zaman ve kimler tarafından, hangi amaçla yapıldığı bilinmemektedir. Ortaya atılan söylentiler, efsane masal veya zamanla bu nitelikleri kazanmış, gerçek kaynaklarından uzaklaşmış, tarih belgeleriyle ispat edilemeyen birer düşünceden öteye geçmemektedir. İslam dininin doğuşundan çok önceki çağlarda, buranın kutsal bir yer olduğu, putperest dinlerin yaygın bulunduğu çağlarda yaşayan insanlar tarafından buraya bazı kutsallıklar yükletildiği, eski dinler üzerinde yapılan incelemelerden anlaşılmaktadır.
Bir söylenceye göre, İslamlıktan kısa bir süre önce Kabe’yi tütsüleyen bir kadın, elinde olmadan binayı tutuşturmuş, tahta olan yapı kısa bir sürede yanmıştır. Bu yangından sonra, Kabe yeniden yapılmış, hatta Cidde’de karaya oturmuş bir Bizans gemisinin kerestesi binanın yapımında kullanılmıştır. Gene bir söylentiye göre de binanın üstü açıktı.



Bir başka görüşe göre, Kabe’nin temellerini atan Adem’dir. Adem cennetten kovulduktan sonra yeryüzüne çıkarak Mekke’ye gelir. Cebrail yedi kat yerin altında kanadıyla Kabe’nin temelini çıkarır, melekler de Lübnan, Zeytin dağı, Cudi, Hira ve Sina’dan kayalar yuvarlayınca açılan temeller dolar. Allah, Adem’in barınması için cennetten, kırmızı yakuttan yapılmış bir çadır ile beyaz yakuttan olan Hacerül-Esvedi gönderir. Sonradan kararan Hacerül-esved, Adem’in iskemlesidir. Başlangıçta Hacerül Esved bir melekti. Allah ona kıyamet günü dil verecek insanlar için tanıklık ettirecektir.”


Kuran’daki açıklama;tekrar etmekte fayda var..!
“Kabenin yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hz.Adem ile Havva cennetten çıkarıldıkları vakit yeryüzünde Arafat’ta buluşurlar, beraberce batıya doğru yürürler. Kabenin bulunduğu yere gelirler. Bu esnada Hz.Adem, bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve cennette iken, etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun tekrar kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hz.Adem, onun etrafında tavaf ederek Allah’a ibadet eder. Bu nurdan sütun Hz.Şit zamanında kaybolur, yerine bir taş kalır. Bunun üzerine Hz.Şit, onun yerine taştan onun gibi dört köşe bir bina yapar ve o siyah taşı binanın bir köşesine yerleştirir. İşte bugün Haceri Esvet diye bilinen siyah taş odur. Sonra Nuh tufanında bina kumlar altında uzunca bir süre gizli kalır. Hz.İbrahim Allah’ın emri ile Kabe’nin bulunduğu yere gider. Oğlu İsmail, annesi ile birlikte orada iskan eder. Sonra İsmail ile beraber Kabe’nin yerini kazar. Hz.Şit tarafından yapılan binanın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün mevcut olan Kabe’yi inşa eder. Ayette “Beytullah’ın temellerini yükseltiyor” cümlesi bunu ifade eder.” (Sure 2. Ayet 127)



Biz Kudüs, Medine ve Mekke’deki alanların yaydıkları yüksek frekanslı dalgalara “pozitif” demişiz.. Esasen bu dalgalara Din-tasavvuf lisanında da “cemâl” veya “celâl nurları” ismi verilmiştir!..

Bize göre “Pozitif” olarak nitelenen ışınımın nispeten daha düşük frekanslı olanlarına “cemâl nuru”; daha yüksek frekanslı olanlarına da “celâl nuru” denilir…

Ancak dikkat edile ki… Burada anlatılan, bize çok yararlı olan bu ”cemâl ve celâl nurları” ile “mutlak cemâl ve celâl nurları” arasındaki fark, sanki kibrit ateşi ile Güneş arasındaki fark gibidir!… Gözden kaçmaya!

İnsanların dahi “celâlli” ya da “cemâlî” diye tanımlanması, beyinlerinin yaydığı bu dalgalar dolayısıyladır.. Yani, kiminin beyninin yaydığı dalgaların frekansı, kimine göre daha çok daha yüksektir, ki biz onlara “celâlli bir kişiliği var” deriz!.

İşte dünyanın bedeni içindeki, “pozitif” enerji hatlarının kesişip sanki bir enerji santralı gibi yayın yaptığı en önemli merkez, Mekke'de bulunan Kâbe-i Muâzzama'nın altıdır ve bunun uzantısı da Arafat Dağı'nın altıdır!..

Keşif sahiplerinin keşif yoluyla gördüğü bu gerçeğe Seyyid Abdülaziz Ed Debbağ da «El İbrîz» isimli eserinde değinmiş ve Kâbe'den göğe yükselmekte olan bir «nur» sütunundan, adı geçen eserinde bahsetmiştir!..

Bu noktadaki çok güçlü pozitif enerji dolayısıyla Harem-i Şerîf'teki tüm insanların beyinleri öylesine etkilenip, öylesine güçlü bir faaliyet içine girmektedirler ki bunu anlatabilmemiz mümkün değildir.

Nitekim bu gerçek dolayısıyla Kâbe çevresinde kılınan namaz için Rasûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

-Kâbe'de kılınan iki rek'ât namaz, dünyanın başka mescîtlerinde kılınan namazdan 100 bin defa daha sevaplıdır!..



Zira Kâ’be çevresinde yapılan her ibadet sırasında, yeraltından yayılan “celâl nurları” yani çok yüksek frekanslı dalgalar dolayısıyla, beyin kat rekât güçlü dalga üretimi yapmakta; hem bunu ruha güçlü olarak yüklenmemekte; hem de dışa dönük bir biçimde yayınlamaktadır.

Gene bir başka hadîs-i şerîfte Rasûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem:

-"Başka yerlerde sadece fiillerinizden mes'ûlsünüz, Kâbe'de ise düşüncelerinizden de mes'ûl olursunuz."

Buyurmuştur.

Bunun da gene sebebi, beynin aldığı güçlü enerji dolayısıyla düşünceleri dahi fiil düzeyindeki bir güçle ruha yüklemesindedir.

Ancak burada bize göre bir başka gerçeğe dikkatinizi çekmek isterim:

Beytullah altında olup çevresini de etkileyen bu alan en fazla yaklaşık 30-40 metrelik bir yarıçaptır!. Onun dışı Rasûlullah Aleyhisselâm’ın yaşadığı devirde evlerle kaplıydı!.. Bugün ise Ebu Cehil’in tuvalet yapılmış olan evinin çevresinde bile, “Kâ’be ‘de namaz kılıyoruz” zannıyla namaz kılan sayısız insan görüyoruz!.



Yine bizim tespitlerimize göre, Kâ’be çevresinin dışa yani çevreye yaygınlaştırılması yerine; 30-40 metrelik çevresinde dönerek yükselen ve inen bir yürüyen yol yapılıp; insanların burada yürürken yedi dönüşü yani bir tavafı tamamlamaları sağlanabilirdi… Bunun için de Kâ’be’nin duvarları yükseltilebilirdi!.

“Beytullah”taki bu “nurâniyet”ten istifade için, tavafların özellikle bu mesafe içinde yapılması, açıkladığımız gerekçe yönünden çok önemlidir; bize göre!.

“Beytullah” altındaki bu enerji merkezinin, yani “nurâniyetin” bir başka tezahürü de şudur…

Mekke’ye gelip Kâ’be ziyaretinde bulunanların önemli bir kısmında, bir kaç gün içinde değişiklikler görülmeye başlanır beraber oldukları arkadaşlar tarafından…

Bu insanların kimi son derece hırçın, haşin, bencil, hükmedici bir kişilik ortaya koymaya başlar; kimi de son derece munis, hoşgörülü, sevecen, yardımsever bir hâl alır!. Kimi çarşı-pazar saldırır; kimi de Beytullah’dan dışarıya adım atmak istemez!.

Kişilerdeki bu değişikliğin sebebi bizim tespitlerimize göre şudur;

Kâ’be ’nin altındaki enerji merkezinden, oldukça yüksek frekanslı bir dalga yayılmaktadır… “Celâl nurları” diye isimlenen bu nurlar, hem insanlarda şiddet ve celâl hâli oluşturmakta; hem de insanlardaki o ana kadar açığa çıkmamış özelliklerin beyinden dışa vurmasına yol açmaktadır!.



Oraya gitmeden önce, normal kendi hâlinde yaşayan bir kısım insanların, oradan döndükten sonra, hiç de o güzelliklere uymayan bir yaşam biçimi içine girmesi; hatta Dinî değerleri bir yana bırakarak beşeriyetin doğal gereklerine ve sonuçlarına göre yaşam sürdürmeye başlaması işte beyni etkileyen bu yüksek radyasyon dolayısıyladır. Bu yüksek frekanslı dalgalar, onun ikincil kişiliğini oluşturan merkezleri güçlendirerek günlük yaşamının bu doğrultuda açığa çıkmasına sebep olur!.

Nasıl ki, bir balon sönükken üzerindeki defolar belli olmaz, fakat şişirilince ortaya çıkarsa…

Aynı şekilde, oradaki yüksek frekenslı dalgaların beyin faaliyetini arttırması dolayısıyla da herkesin ikincil özellikleri orada ortaya çıkmaktadır!. Ve böylece çok iyi tanıdığınızı sandığınız yakınınızın orada içyüzünü görmeye başlarsınız!.

Bu çok yüksek enerji dolayısıyladır ki, Mekke’de insanlar çok “celâl”li saatler yaşarlar ve olaylarla karşılaşırlar!..

Oraya gidenlerin de bildiği üzere, Mekke halkı genelde sert, hırçın ve celâlli insanlardır!. Bunun sebebi bizim tespitlerimize göre Kâ’be altındaki çok yüksek frekanslı dalgalardan, yani radyasyondan, ya da mecazî anlatımla “celâl nurlarının” tesirlerinden ileri gelir!.

Misâl vermek gerekirse, Anadolu’nun herhangi bir yerine göre, Kâ’be ‘de yayılan dalgalar yüzbin defa daha yüksek frekanslı yani kuvvetli dalgalardır!.. İşte bu yüzden “Kâ’be ‘de kılınan namaz başka yerlerde kılınan namazdan 100.000 defa daha sevaplıdır”; ve de “Kâ’be ‘de düşündüklerinizden mesûl olursunuz”!.

İşte bu yüksek frekanslı ışınım, yani “celâl nurları”, o dalgalarla haşır-neşir olarak büyüyen insanların bahsi geçen özelliklere sahip olması sonucunu getirir!..

Gene bizim müşahedemize göre…



Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm’ın, nübüvvet görevinin başlamasından hicretine kadar geçen yaklaşık onüç yıllık evresinde, Mekke’de kendisine inananların sayısının 40-50’ye ulaşabilmesinin nedenlerinden önde gelen bir sebep de bu husustur.

Mekke’deki bu yüksek frekanslı dalgalar, genel istidat ve kâbiliyet ile programlanmış insanlarda, konuya karşı bir direnç oluşturmuş, bu yüzden de O’nun getirdiklerini inkâr etmişlerdir..

Medine’de ise Kâ’be ‘dekine göre bir hayli düşük frekanslı dalgalar yani “cemâl nurları” mevcut olduğu için; orada insanlar genellikle “cemâlî” bir yaşam geçirirler, “Lâtif” ilişkiler içinde olurlar… Medine’deki faaliyet sonucu müminlerin sayısı on sene sonunda yüzbinlere ulaşmıştır!..

Medine ziyaretinin, Mekke’den sonraya bırakılması, kişilerin dönecekleri ortama uyum sağlamaları açısından da bir kolaylık sağlar!.

Mekke’den döndükten sonra 20 gün ile bir ay arasında bulunulan yere uyum sağlanabilmesinin sebebi de gene bu yüksek radyasyonun beyinde tesirinin azalmasıyla sözkonusu olur…

Gene Kâbe-i şerîf altındaki bu radyasyonun beyinlere yüklediği güç dolayısı ile, tavaf sırasında, kabiliyetli beyin sahiplerinde çeşitli olağanüstü yaşamlar gerçekleşmektedir.



ZEMZEM"İN SIRRI KABE'dir.


Zemzem suyu Kâbe'nin altında bulunan, bir tür jeneratör gibi yayın yapan bu pozitif radyasyon kaynağından geçerek kuyuda toplanmaktadır.

Hemen hatırlayın yakın tarihteki «Çernobil nükleer santralındaki» kazâ dolayısı ile yayılan menfi radyasyonu ve bunun suları nasıl zehirlediğini. Siz bu sulardaki zehirlenmeyi asla fark edemezsiniz, ama bu sular sizi öyle bir zehirler ki hiç de anlayamazsınız!.. Ve sular yıllar yılı da radyasyonunu kaybetmez!.. Olayın önemini bilen batıdaki paniğin sebebi de budur.


ÇERNOBİL ( - ) RADYASYON
KABE ( + ) RADYASYON



İşte bunun tam zıddı bir biçimde,


ZEMZEM suyu da Kâbe'nin altındaki pozitif radyasyon kaynağının içinden geçmekte ve bu suyu içenlerde sayısız faydalar oluşturmaktadır.

Kabe Niçin Çölde ?

Bu kadar güzel ve ağaçlı yerler dururken Kabei Muazzama neden susuz bir çölde yapıldı.?

Hac, Birtakım zorluk ve meşakkatlerin yaşanacağı ,mahşerin dünyadaki ufak bir temsilidir.Orada çekilen zorluklar , günahların affına vesile olur.

Kabei Muazzama Göze hoş görünen , ağaçlı ve sulu yaylalara yapılsaydı; herkes oraya zevk için giderdi.Halbuki hacdan murat rızai ilahidir.Dünya sefası değil.

En Doğrusunu Allah bilir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder