5 Haziran 2008 Perşembe

DİN BİLİM SORU VE CEVAPLARI.1


* Bizim gibi duyu organları olmayan Cinlerin ve birtakım meleklerin sohbet eden bir veliden faydalanması nasıldır?

Bir veli, bir yerde sohbet ettiği zaman bize ulaştırmak istediği manalar, boyutumuzda dil yoluyla kelimelere dökülerek aktarılırken, bunun karşılığı olan beyin dalgaları da beynimizi etkileyip ruha enerji yüklerken, o ortamda bulunan bir cin de, bizim boyutumuza ait olan kelimeleri, cümleleri değil, o beynin yaydığı anlam yüklü dalgaları kendi boyut karşılığından değerlendirmek suretiyle kapasitesince alır, enerjisinden beslenir. Keza cin kökenli melaikenin, zikir meclislerinden gıdalarını almalarının sistemi de budur.


* Telepatik bağlantıların mevcut olduğu başka hangi durumlar var?

İnsan beyinlerinin birbirlerini etkileme olayı, cinsel birleşmede de kendini çok güçlü göstermektedir. Çünkü bu esnada, beyinsel faaliyetler oldukça güçlüdür. Zinada, içinde bulunulan halin beyinde oluşturduğu parazitlenmeyle beyinler birbirlerini negatif yönde öyle bir etkiler ki, beynin bu konuda kendini toplaması kolay kolay olmaz ve bu, ruha da kayda girdiğinden ölüm ötesini de çok büyük oranlarda etkiler. Aynı durum, evlenme yoluyla olduğunda ise, bu negatiflik pozitife döner, birbirlerini enerji yönüyle pozitif etkilerler. Resulullah bu konuda şöyle söyler: “ sizler yataklarınızda eşlerinizle birlikteyken bile sevap işlersiniz”. Bu nasıl olur! diyen sahabesine hitaben de: “Zina yaparken günah işlemiyor musunuz?” diye karşılık verir. Yalnız, enerji yönüyle pozitif yüklenme olsa da bu, şuursal anlamda negatif olabilmektedir. Bu yüzden Resulullah açıklamalarında, kişi evleneceği insanı seçerken öncelikle ölüm ötesini göz önünde bulundurmasını böylece, enerji yönlü olmanın ötesinde kendisini her an olumlu yönde etkileyen, terkipsel değişiklikler yapan birini ya da en azından kendisine parazit oluşturmayacak bir eşi tercih etmesini bildirmektedir. Sistemi çok iyi okuyanlardan biri olan M. İbnül Arabi Hazretleri ise risalelerinde, “ Bir kişi eşiyle cinsel ilişkiye girdiğinde, orgazm olduğu sırada varlıkların en üstününü hayal etsin. O zaman doğacak çocuk, o kişinin bütün özelliklerini değilse de önemli bir kısmını üzerinde taşır” diyerek beyinsel, düşünsel aktivitenin spermdeki genetiği etkilediğini ve bu esnada eşler arası oluşan telepatik bağlantılarının da önemini bize bildirmektedir. O halde, Hz. Lut (as) ve Nuh (as)’ın onlara ihanet eden kadınlarının durumu ile Cennet boyutuna melek olarak girileceğine ve cinsel ilişki...vb. maddesel bedene ait değerler olmayacağına göre, Hz Muhammed’in (sav), Hz. Meryem ile evlenecek olmasını ve genel olarak Cennetteki eş kavramını nasıl düşünmemiz gerekir?


*Bedenen ya da ruh bedenle zamanda yolculuk mümkün müdür?

Zamanda yolculuk, teoride mümkün olsa da pratikte iş böyle olmuyor. Çünkü sistemde olabilirler var, olmazlar var. Bir de olabilirlerin olmazlığı var. Bunları çok iyi irdelemek gerekir. Mekanda yani, iki yer arasında bedenen bir anda yer değiştirmek mümkündür ki buna, tayyı mekân adı verilir. Ancak, bu o an için dünya üzeriyle sınırlıdır. Bilinç anlamında, insanların beden boyutundan sıyrılmaları oranında zamanda ileri ya da geri gitmeleri ise, zaten mümkündür. Normal velilerin beyin gücüyle, üst düzey velilerin ise, ruh beden seyahatiyle gerçekleştirdikleri dünya dışı varlık bağlantılarında ise, zaman aşılarak, geçmiş ve gelecek zaman ayrımı ortadan kalkmaktadır. Ancak, dünya üzerinde bu anlamda zamanda yolculuk yaparak, o dönem birimleriyle bağlantıya geçmek, o zamanlarda etkilerde bulunmak ise, sistemin “Ricali Gayb” ile işleyişini göz önünde bulundurduğumuzda bunlar, teoride mümkün görünse de pratikte, sistemin farklı işlemekte olduğunu bize göstermektedir. Bu şekilde yani, tayyı zaman ile o anları seyir etmekse daima mevcuttur. Bu nedenle, ne gelecekten günümüze somut olarak gelenler var, ne de biz böyle bir şeyi gerçekleştireceğiz. Bazı istidraç sahiplerinin, zamanda yolculuk ederek geleceği değiştirdikleri sözü ise, cinni boyutun kaygan zemininde sapmaları ya da cinlerin o birimler üzerindeki oyunlarından kaynaklanmaktadır. Kaldı ki, Hz. Hızır (as)’ ın ya da Hz. İsa (as)’ ın zamanda yolculukları bile, daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz şekilde geleceğe doğrudur. Zaten Teklik anlayışı içerisinde düşünürsek, “Ricali Gayb” dahi her birimin özünde mevcut olan bir özellik, bir güç değil midir? Üst düzey Velilerin birimin kaderini yaz boz tahtasına çevirmesi olayı ise, tamamıyla zaman kavramının geçersiz olduğu enfüsi boyuttan (ki, “an” dolayısıyla, tüm zamanlar bilinebilmektedir), levhi mahfuzdan ilgili kayıtları değiştirmesi ve bunun zaman boyutunda açığa çıkmasıyla alakalıdır. Bunları birbiriyle karıştırmamak, sistemde her birini yerli yerinde görmek gerekir. Bizim geçmiş ya da geleceğimizden zamanda yolculuk yaptığı söylenen Ufo veya benzeri şeylerin ise, tamamen Cinlerin oyunu olduğuna da, “Boyutlar Ve Maddeleşmeler” adlı yazı dizimizde detaylarıyla değinmiştik.


* İstidraç sahiplerinin yaptıkları illüzyon olmamasına karşın, illüzyona da başvururlar mı?

İllüzyonlar, sadece özel yer ve şartlarda, kendi istedikleri tarzda, yönde gösterilerini yaparken, istidraç sahipleri her şartta ve de karşısındaki kişinin istekleri doğrultusunda daha etkileyici halleri, olayları gerçekleştirebilmektedirler. Genelde de illüzyona başvurmazlar. Çünkü zaten gerek duymazlar. Ancak bunlardan bazılarının (hepsinin değil), kimi zaman hiç de yapmayacakları anlamına gelmez. Hatta kendiliğinden oluşan şeylere de sahip çıkarak bunu kendilerinin meydana getirdiğini de söyleyebilirler. Ya da birtakım illüzyona başvurmaları, onların İstidraç yeteneklerini kullanmadıkları anlamına da gelmez. Bildiğimiz gibi, firavunun sihirbazları da önce illüzyona başvurmuşlar sonra da gerçek sihri yani büyüyü ortaya koymuşlardır. Görünürde aynı gibi gözüken, ama tamamıyla farklı boyutlardan ve bunlardan farklı amaçlara dönük ortaya konan kerametlerde ise, illüzyon kesinlikle bulunmaz, kullanılmaz. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, kişi inanmıyorsa, gerçekten istidraç ya da keramet olayına bile “illüzyondur” deyip kendince kanıtlar ortaya koyabilir, birçok sorunun cevabını veremeyecek, açıklayamayacak ya da olayı saptıracak şekilde. Tıpkı, Resul ve Nebilerin mucizeleri karşısında bunların birer illüzyon, göz boyaması, kandırmaca olduğunu söylemeleri ve bu yüzden inanmayanların olması gibi. Ayrıca sihir yani, büyü olmaksızın sadece illüzyonla siz dünyanın çeşitli yerlerinden yüz binlerce, milyonlarca insanı peşinizden sürükleyemezsiniz. İstidraç sahibinin yanında ya da uzağında iken, o kişi ile birebir ya da topluca yaşanılan öyle olaylar var ki, bunlar illüzyonla bile gerçekleştirilemez. Bugüne karşın hiçbir illüzyonist de böyle bir şey yapıp bu kişiliklerle yüz binleri, milyonları peşinden sürükleyememiştir. Bu olaylarda, birtakım varlıklar vasıtasıyla belli bir gücün, kudretin ve bilginin aktarımı söz konusudur. Keza istidraç yeteneğini en zirve noktada ortaya koyacak olan ve bu nedenle tüm dünyayı derinden etkileyecek Deccal lakaplı kişi de (ne zaman ortaya çıkacağı bilinmez) ilkin ortaya çıktığında, insanlar onu ciddiye almayacak, hatta revirlik olduğunu düşünecek, yaptıklarını önce illüzyon numaraları olarak değerlendirecek, ancak kazın ayağı öyle olmayacak ve ortaya koyacağı çok etkili ve büyük olağanüstü olaylar sonucunda istidracın ne olduğunu bilmeyen insanlığın çoğunun, ona inanmaktan başka çareleri kalmayacaktır. Ayrıca, bu ve daha önceki anlatılanlardan bizim, istidraç sahiplerinin yaptıkları birtakım gerçek üstü şeylere dayanarak onları övdüğümüz, onların felsefelerini tamamen sahiplendiğimiz ya da onlara inandığımız, iman ettiğimiz kesinlikle anlaşılmamalıdır. Yaptığımız istidracı ve istidraç sahiplerini ne yüceltmek ne de yerip aşağılamaktır. Sadece sistemdeki yerlerini tespit etmektir, o kadar.

* Ölüm anında, Azrail (as)� in göründüğü doğru mudur?

Azrail (as) da ruhunu aldığı anda birimlere bir suret olarak görünebilmektedir. Ve sistemin holografik yapısı dolayısıyla ruhunu kabz ettiği birim hakkında tüm her şeyi, özünden gelen bir biçimde, kendisinde mevcut olan bilgi ile bilir. Ya da �özündeki levhi mahfuzu okuyarak�. Bu suretsiz bir biçimde de, basit biçimde de olabilmektedir. Bu suretli oluşu da kişinin veri tabanına, bundaki bilgiler istikametinde kişiye göre farklı farklı şekillerde olur. Bu yüzden kimine tanıdığı ya da çok sevdiği bir insan suretinde görünürken, kimine de sevmediği, nefret ettiği, zulmettiği...vs kişi ya da çeşitli varlık suretlerinde görünür. Hatta bazı insanlara, Resulullah�ın suretinde gelir. Bazı insanlara ise mesela, sadece bir koku olarak gelir ve o kişi bu kokuyu duyar duymaz ruhu kabz olunur. Bu koku da kişinin veri tabanına göre güzel ya da iğrenç şekillerde olmaktadır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, ruhun bedenden çıkması dahi bizim boyutumuza göredir. Ruh açısından, bedenden çıkma diye bir şey yoktur. O yine, tıpkı bedende olduğu gibi kendi ışınsal boyutundadır (o boyuttaki hareketliliği, o boyutun kendi içinde düşünmek gerekir). Sistemin holografik yapısı nedeniyle de bu holografik nitelikli ışınsal beden, karşılaştığı her şeyin hakikâtine yönelerek bir bütün halinde onu araştırmaya, algılamaya çalışır. Bunun yanında dünyada yaşarken başarabilenler, bedeninden, bedenin sınırlamalarından sıyrılarak çeşitli mekansal ve boyutsal seyahatler yapabilmektedirler. Bunu da düşündüğü an o ortamda, boyutta olmasıyla gerçekleştirebilir. Çünkü bilince, bilincin değerlerine bağlı olan ruh, ruhla kayıtlı olmayan bir bilinç tarafından dilenilen yere bir anda yer değiştirebilir.

Bununla birlikte Azrail (as)�in sadece ölüm anında işlev gördüğünü düşünmek de yanlıştır. Aslında meleklerin sonsuz boyutların her birinde sayısız işlevleri söz konusudur. Mesela, Azrail (as)� in, bir olaya son vermesini ve ikinci bir yapının başlangıç ortamını sağlamasını, El Bais isimli meleğin, İsrafil (as)�in dönüşümü oluşturup bir sonraki hayatı, yaşamı başlatmasını, meydana getirmesini göz önüne aldığımızda bu özelliği, mikro kozmosta madde planına ait kararlı ya da kararsız parçacıkların, fotonların var oluş ve yok oluşlarında, hücrelerimizin her an yenilenmesinde, evrimin kendisinde, makro kozmosta yer alan yıldızların, galaksilerin, evrenlerin doğup büyüyüp tekrar dönüşüme uğramalarında, bir çocuğun her an yeni bir şeyler öğrenerek gelişimini sürdürmesinde...vs. görebiliriz. Bununla birlikte, Nur bilinç boyutundaki dört baş meleğin, yansıdığı her boyutta ayrı ayrı yapıları söz konusudur. Dolayısıyla, Nari boyutlarda da o boyutça hükmünü icra eden somut yapıları bulunmaktadır.

Bazı cinlerin, evliya ya da Resul ve Nebilerin, dolayısıyla Resulullah�ın kılığında görünmelerine gelince. Cinlerin şeytani vasıflı olanları, bu şahsiyetlerin suretlerine girerek bazı insanlara somutmuşçasına, gerçekmişçesine rüyalarda, sekaret halinde ya da bizatihi görünebilmekte ve onları akla hayale gelmedik şekilde kandırabilmektedirler. Oysa bu suretler, gerçekten de o birimlere ait değildir. Çünkü şeytanlar, onların gerçek suretlerine giremezler. Onları, zaten gören, tanıyan olmadığı için de şeytanlar, kişilerin kendi zanlarına göre o insanlarmış gibi görüntü vermektedirler. Bu birimlerin orijinal suretlerine ise, ancak melekler girer ve sisteme ve hakikate dayalı olarak gereken bilgileri, işlemleri yaparlar. Buna karşılık şeytanların görüntü verdiği güya kutsal şahsiyetler ise, her zaman Kuran ve sünnete, hakikate ve sisteme ters düşen bilgiler vermekte ve o doğrultuda davranışlar sergilemelerini temin etmektedirler.

* Ölüm ötesine geçen bir ruh, kabir aleminde, dünya görüş alanından kaybolmadan önce maddesel bedeni ve beyni devre dışı kaldığı için, tıpkı dünyadaki gibi görebilir mi, duyabilir mi, tat alabilir mi, koklayabilir mi, dokuna bilir mi, somut acı duyabilir mi?.

Maddesel duyularımız çevreyi ve evreni, elektromanyetik dalgaları yanı sıra, ışınsal yapısıyla ilgisi olmayan madde dünyamıza ait mekanik dalgalar vasıtasıyla algılar. Bunlardan görme dediğimiz, cisimlerden gelen anlam yüklü elektromanyetik dalgaların gözler vasıtasıyla, koku dediğimiz, cisimlerden yayınlanan koku moleküllerinin burnumuz aracılığıyla, işitme dediğimiz, varlıklardan ya da nesnelerin havadaki molekülleri titreştirmeleri dolayısıyla kulaklar tarafından (ki, uzay boşluğunda yeterli düzeyde molekül, atom bulunmadığı için ses dalgaları yayılmadığından mesela, güneşteki patlamaların sesini duyamamaktayız), tat ve dokunma dediğimiz şey de dildeki, derideki alıcılar vasıtasıyla beyinde değerlendirilmesi sonucu algılanır. Buna karşın ölüm akabinde ruh (ışınsal) bedenin, elektromanyetik dalgalar aracılığıyla görebilmesi dışında diğer duyu organları olmadığından onları algılayamaması gerekir. Oysa mistik kaynaklarda bir ruhun, tıpkı madde bedeniyle olduğu gibi, hatta daha da iyi algıladığı, hissettiği, duyumsadığı belirtilmektedir. Bunun sistemine baktığımızda ise, gelen ışınlar, direkt ruh tarafından değerlendirilirken ruh maddi bir yapı olmadığı için, kesinlikle dokunamamakta bununla birlikte dil olmadığından tadamamakta, burun olmadığından koklayamamakta, kulak olmadığından işitememektedir. Fakat tadı, kokuyu, sesi yine de iki şekilde algılar ve hisseder. Bunlardan birincisi, bunları tadan, koklayan, işiten insanların beyinlerinden yayımlanan dalgalardan ikincisi ise, o şeylerin bilgisinin ruhunda kayıtlı olmasından ötürü, bizatihi algılar. Bu nedenle, gerek ölüm ve akabinde gerekse de kabirde, birim bedeniyle kayıtlı olduğu, bedeninden arınmadığı için bedenine yapılan ya da oluşan her türlü şeye karşı tıpkı kendisine yapılıyormuşçasına hissettiğinden, ortada fiziki bir etki olmamasına karşın sanki bu etki varmışçasına, hâlâ o bedende yaşıyormuşçasına aynen acıyı hisseder. Kabir azabının bir kısmını teşkil eden bu bölümde, bedenin çürümesi sürecinde, yılanlar, fareler, solucanlar, kurtlar, bakteriler...bedenini yok ederken birimin bire bir azap duymasının nedeni budur.

Ayrıca, bedenlerini ölümlerinden sonra incelenmesi için bilim uğruna ya da başka nedenlerden ötürü kadavra olarak veren insan ruhlarının, bedenleri kesilirken, bizatihi, gerçekten kesiliyormuşçasına acı duyması da bu sebeptendir. Ya da nasıl olsa ruhum tanrının huzuruna gidecek diye cesedini yaktırması da aynı şekilde korkunç azapları beraberinde getirecektir. Gömülme işleminin hemen ardından gidenlerin ayak seslerinin işitilmesinin bir nedeni de budur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder