Bu Blogda Ara

28 Nisan 2010 Çarşamba

DECCAL VE MASONLUK

DECCAL;DECCALİN TEK GÖZÜ VARDIR,İyi biliniz ki onun bir gözü kördür. Yüce Allah ise kör değildir." Sahih-i Müslim'de...
 

Masonların tek göz sembolü, deccalin sembolüdür

Peygamber efendimizden (sav) rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:  
DECCAL; DECCALİN TEK GÖZÜ VARDIR...." (Sahih-i Müslim, hadis numarası: 5215)
Hadislerde belirtildiğine göre, deccalin yalnızca tek gözü vardır. Bu, deccalin en belirgin özelliğidir. Masonluk, deccali sistemi temsil ettiğinden ve doğrudan şeytana taptığından, deccalin en belirgin özelliklerinden birini kendisine sembol edinmiştir. Bu sembol, hemen her masonik yapılanmada karşımıza çıkan “tek göz” sembolüdür. Özellikle üçgen içinde tek göz, mason localarının çok iyi bilinen simgesidir ve adeta masonluğun bir numaralı işareti durumundadır. Masonluk konusunu ele alan kaynakların büyük bölümü, tek göz sembolüne mutlaka vurgu yapar.

 
Masonlukta söz konusu göz sembolü, “her şeyi gören göz” olarak tarif edilmektedir. Masonlar bu gözün, taptıkları sözde büyük gücü simgelediğine inanırlar. İşte, masonların kendisine taptıkları ve büyük güç olarak tarif ettikleri “her şeyi gören göz”, deccalin tek gözüdür. 
Deccal,Mesih'in veya ikinci kez yeryüzene gelmesinden önce insanlığı kötülüğe ve imansızlığa yönelteceğine inanılan hükümdar. Hadislere göre deccal kıyamete yakın bir zamanda mesih'in dünyaya zuhurundan önce allah tarafından insanları kötü yola ve imansızlığa çağıran hz. ademle kıyamet arasındaki vakitte allahın yeryüzüne gönderdiği en büyük fitnedir.Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)bir hadisinde "deccal'a denk gelen ona karşı kehf suresinin ilk ayetlerini okusun" demiştir.Deccal ilk olarak bir kavme gelir daha sonra bu kavme kendisinin onların tanrısı olduğunu ve ona inanmalarını söyler ve bu kavim(ABD) ona inanır.Deccal bu kavmin topraklarını verimli kılar,hayvanlarını besili yapar,yağmurlarını çoğaltır.Daha sonra başka bir kavme gider bu kavme'de kendisine inanmalarını söyler ama bu kavim onun tanrı olmadığını sadece bir fitne olduğunu söyler.Bunun üzerine deccal bu kavmin(IRAK,AFGAN,FİLİSTİN) topraklarını kurutur,ekinlerini çürütür,kuraklık getirir.HADİSLER DECCAL BAKINIZ. Tek göz sembolü, Tanrı'nın herşeyi gören gözü anlamındaki Osiris'in Gözü. Ayrıca New Word Order'in de sembolü. Yani Tek Dünya Devleti, herşeyin tek bir merkezden yönetilmesi ideali güden kimi bazı gizli oluşumlar... Kıyametin Alametlerinin Gizli Kodları 2 Biraz beyin cimnastiği. Şimdi bir çok dağınık veri var elimizde, gelin bu verileri alt alta dizelim; ne çıkacak! 1. Kıyametin büyük alametleri'nin (küçük alametlerin aksine), "teknolojik gelişmelerin" ya da "oluşumların" şifrelenmiş kodu olabileceği söyleniyor. 2. Hıristiyan ve İslamî kaynaklara göre, Deccal'in Musa'nın Asası ve Süleyman'ın Mührü'yle çıkacağını söyleniyor. Hıristiyan kaynakları, ikisine ek olarak "Kutsal Kase"nin de eline geçeceğini yada ellerinde bulunduğunu söylüyor. 3. Havas kitaplarında, Süleyman'ın Mührünün ebced'le şifrelenmiş kodlar olduğu söyleniyor. Yahudilere göre ise, gizli bir kabala şifresini içinde barındırdığı söyleniyor. 4. Benzer şekilde Tapınakçılar (Bilinene adıyla Mabetçiler) Kutsal Kase'nin sadece bir kase değil, "dahice düşünülmüş bir alegori" olduklarına inanıyorlar. Bugüne kadar ise Son Akşam Yemeği'nde Hz.İsa'nın içmek için kullandığı ve Arimatealı Yusuf'un çarmıha gerilen Hz.İsa'nın kanını doldurduğu kadeh olduğu düşünülüyordu. Tarihte "Sangreal Belgeleri" adıyla anılan belgeler de inanışa göre Kutsal Kase ile birlikte gömülmüştü. Belgelerin bin yıldır Tapınak Şövalyeleri tarafından korunduğuna inanılıyor. Tapınak Şövalyeleri'nin sahip olduğu kudretin kaynağı olarak Kutsal Kase gösteriliyor. Belki de Kutsal Kase efsanesindeki ayinde kullanılan kadeh, başka bir gücün cisimleşmiş halidir. Kutsal Kase insanlık tarihinin en çok aranan hazinesidir. Efsanevi Kase hikayelere, savaşlara ve bitmek tükenmek bilmeyen sorulara neden olmuştur." (Bkz. "Tapınak Şövalyeleri" - Mustafa Karaca) 5. Illuminati şebekesinin fikri altyapısını oluşturan Tapınak Şövalyeleri orijinal adıyla "Tampliye Tarikatı" Haçlı seferleri sonrasında Kudüs'te kuruldu. Bu adı almalarının sebebi ise iddia edildiğine göre Kudüs kralının Süleyman mabedinin bulunduğunu ileri sürdükleri bölgeyi koruma görevini kendilerine vermesiymiş. Musa'nın Asası ve Süleyman'ın Mührü'nü de ele geçirdiler mi bilinmez. Ama İlluminati'nin ana hedefi, başkenti Kudüs olan tek bir Dünya devleti kurmak. Kaynaklar, Deccal'inse kudüsten çıkacağını söylüyor. 6. İncil, Deccal'in "Küçük büyük, zengin yoksul, özgür köle, herkesin sağ eline ya da alnına bir işaret vurduğunu, Öyle ki, bu işareti, yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı taşımayan kimsenin ne bir şey satın alabileceğini, ne de satabileceğini" söylüyor. 7. ABD Başkanı olan Franklin Roosevelt 1932'de Doların üzerine İlluminati'nin sembolü meşhur tamamlanmamış piramidi koydurtuyor. Başkent Kudüs olan bir dünya devletinden sonra, herhalde tek bir para birimi kalacak yeryüzünde ve aynı sembol şimdiki gibi protip değil; bütün paraların üstünde olacak. Ya da para tamamen ortadan kalkacak. Şu anda deneyi yapılan (ve deneye gönüllü katılan herkese de bilmem kaç dolar verilen) chipler alacak paranın yerini. Hiç kimse üzerinde İlluminati işareti taşıyan bu para olmadan yada Deccal'in işareti olan 666'a nisbet gibi 6'lı sistemde çalışan bu chip olmadan ne birşey satın alabilecek ne de birşey satabilecek. İnsanlar, farkında olmadan bu chiplerle kontrol edilecek. 8. "Dabbe" kelimesinin anlamlarından biri de örümcek ağı. Bütün internet adreslerinin başında ise ‘dünyayı saran örümcek ağı’ anlamına gelen www kısaltması var. Dabbe’nin topraktan geleceği söylenirken internet teknolojisinin temeli de topraktan yapılan silisyuma dayanıyor. 9. Dabbe hakkındaki farklı bir yorum da AIDS hastalığının dabbe olabileceği yönünde. Bu hastalık, "örümcek ağı" gibi hızla yayılıyor. Aynı kaynakta Dabbe'nin şekli küçük ağaç kurtlarına benzetiliyor. Tesadüf ki, AIDS virusu de mikroskoptan bakıldığında "ağaç kurdu" biçiminde. İlluminati'nin işleyişini anlatırken de AIDS hastalığı ile ilgili madde, çok ilgi çekici. 10. İslam'a göre Babil kentinin helaki, cumartesi yasağını çiğnedikleri için onları Maymuna dönüştürmek'le oldu. AIDS'in ortaya çıkışıyla ilgili, Afrikalılaların maymun yemesiyle ilgili teori var. İlerlemiş bir AIDS hastasının şakakları çöküp yüzü bir maymun halini alıyor. Aynı şekilde EBOLA virüsü de maymun patentli. 11. Araştırmacılar, tek bir gendeki mutasyonun AIDS virüsünü iyi huylu bir maymun enfeksiyonundan son 25 yılda 25 milyondan fazla insanı öldüren küresel bir hastalığa dönüştürmüş olabileceğini söylüyor. Cell dergisine yer alan araştırma raporuna göre, virüs, insanlarda, maymunlarda bağışıklık sistemini koruyan gen karakteristiğini yitirmiş durumda. Çalışmanın yürütülmesine yardımcı olan Almanya'daki Ulm Üniversitesi'nden Frank Kirchhoff, "nef fonksiyonunda gözlenen fark, SIV enfeksiyonu kapan çoğu maymun türünde neden hastalığın gelişmediğine ilk defa açıklık getiriyor olabilir" dedi. Birmingham'daki Alabama Üniversitesi'nden Dr. Beatrice Hahn, HIV'in, maymun bağışıklık eksikliği virüsü 'SIV'den türediğini söylemişti. 12. Konuyla ilgili bir hadiste şöyle deniyor: "Herhangi bîr millette, fuhuş fiilleri yaygınlaşırsa onların arasında veba salgını veya geçmişteki dedelerinde bulunmayan bir takım yeni hastalıklar ortaya çıkar." Peygamber ((S.A.V)) Efendimiz, daha sonra Allah'a sığındığı beş hususu sayarak mübarek sözlerini tamamlamıştır. Yukarıdaki hadîs-i şerif, diğerleri gibi tek kelimeyle "mucize" niteliğindedir. Zira Herpes, Zona ve AİDS benzeri hastalıklar, özellikle fuhuş fiillerinin işlendiği toplumlarda ortaya çıkmış ve aynen hadîste belirtildiği gibi, "geçmişteki insanlarda görülmeyen yeni hastalıklar" olarak zuhur etmiştir. 13. Dabbe'nin Çıkış Yeri: «Dabbet-ül-Arzın çıkış yeri ile alâkalı olan bir hadîste, şöyle buyurulmaktadır. (Kıyamet Alâmetleri shf.278) "Onun çıkışı, üç kere vaki olacaktır. Birinci çıkışı, Bâdiye'nin en uzak yerinden olacaktır. (Diğer bir rivayete göre Yemen'den çıkacaktır.) Fakat çıkışını Mekke'liler duymayacak, yani çıkış haberi Mekke'ye ulaşmadan tekrar gizlenecektir. Sonra bir kere daha çıkacak, bu sefer çıkış haberi Mekke'ye ulaşacaktır." Yukarıdaki ifâdelerden şu manaların anlaşılması hiç de zor değildir. a-Hadîste belirtilen "Bâdiye" çöl alanı demektir. Bâdiyenin en uzak yeri şeklinde îma edilen yerler, Mekke ve paralelindeki Büyük Sahra'nın uç kısımlarıdır. Doğu Afrika'nın yer yer ağaçlıklı olan bu yerleri, AİDS virüsünün taşıyıcısı olan Yeşil Maymun'un yaşadığı bölgelerdir ki, hadîste belirtildiği gibi, hastalığın ilk çıkış noktası burasıdır. b-AİDS virüsü bati âlemine sirayet ettiğinde, ilk defa homoseksüeller arasında görüldü ve ahlâksızlığın yaygınlaştığı Kalifornia, Newyork, San Fransisko ve Haiti adası gibi yerlerde arka arkaya ölümlere sebep olarak paniğe yol açtı. AİDS'in bu ikinci çıkısında da Mekke'ye ulaşmadan gizlenmesi, hastalığın İslâm ülkelerine sirayet etmeden yaygınlaşacağı mânâsını taşımaktadır. c-Hadîsten çıkartılabilecek üçüncü işaret, son derece net olup, dabbenin 3. safhasında Mekke'ye, yâni İslâm ülkelerine ulaşacağı şeklindedir. Nitekim AİDS, Batı dünyasından sonra sınırlarımızı aşmış ve ilk defa İstanbul'da olmak üzere, kurbanlarını seçmeye başlamıştır.» (bkz. Gerçeğe Doğru 5, Zafer Yayınları) 14. Dabbe'nin şekli: Peygamber ((S.A.V).) Efendimiz, İbn-i Abbas'tan (r.a.) nakledilen bir hadîsinde, Dabbet-ül arz'ı şu şekilde tasvir etmiştir. (Kıyamet Alâmetleri, shf. 276) "Yüzü insan yüzüne benzer, gagası kıllıdır ve üzerinde her çeşit hayvanın rengini taşıyan bir kuşun gagası gibidir. Dört ayaklıdır." Peygamberimiz ((S.A.V).), Hz.Ali (r.a.)'dan nakledilen diğer bir hadîsinde ise, dabbet-ül arz için "sakallı bir dabbedir" buyurmuştur. (Esbab-ı Nüzul, shf. 393) Şimdi, AİDS virüsünün taşıyıcısı olan Yeşil Maymun'a ait özellikleri sıralayacak ve bu özellikler ile yukarıdaki hadîsler arasındaki akıl almaz uygunluğu göstermeye çalışacağız.Hadîslerden ilkin, cümleler hâlinde ele alıyor ve hemen yanlarına. Yeşil Maymun'un özelliklerini getiriyoruz. a-Yüzü, insan yüzü gibidir: Yeşil Maymun, hayvan türleri arasında, yüzü insana en fazla benzeyen hayvan olarak bilinir. b-Gagası kıllıdır: Yeşil Maymunun öne doğru fırlayan ve bir gagayı andıran ağzının çevresi, bol miktardaki kıllarla çevrelenmiştir. Resimden de göreceğimiz gibi, ilk bakışta bir sakalı andıran bu kıllar, "Sakallı bir dabbedir" şeklindeki 2. hadîsi, mükemmel bir şekilde doğrulamaktadır. c-Üzerinde her çeşit hayvanın rengini taşır: Yeşil Maymun'un rengi, ansiklopedilerde şöyle belirtilir: "Sırtı yeşilimsi kurşunîdir. Yüzü kahverengiye çalar, yanakları ve karnı, sarımsı beyazdır." (G.Y. Hayvanlar Ans. Say: 25) Evet Yeşil Maymun, hadîste belirtildiği gibi her çeşit hayvanın rengini taşımaktadır. d- Dört Ayaklıdır: Yeşil Maymun, birçok memeli hayvan gibi dört ayaklıdır. Evet, hadîsi tekrar okuyalım. "Yüzü insan yüzü gibidir. Gagası kıllıdır ve üzerinde her çeşit hayvanın rengini taşıyan bir kuşun gagası gibidir. Dört ayaklıdır." (bkz. Gerçeğe Doğru 5, Zafer Yayınları) 15. "Ejderha yeryüzüne atıldığını görünce, erkek çocuğu doğuran kadını kovalamaya başladı. Yılanın önünden çöle, üç buçuk yıl besleneceği yere uçup kaçabilmesi için kadına büyük kartal kanatları verildi. Yılan ağzından, kadını selle süpürüp götürmek için onun ardından ırmak gibi su akıttı. Ama yeryüzü, ağzını açıp ejderhanın ağzından akıttığı ırmağı yutarak kadına yardım etti." (İncil, Vahiy bölümü) Diğer bir ayette ise kadını "engin suların üstünde oturan büyük fahişe" olarak tanımlıyor ve ileriki ayetlerde de "Gördüğün kadın dünya kralları üzerinde egemenlik süren büyük kenttir." diye ekliyor. 16. Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan bir haberi okumussunuzdur. İkiz kulelerin yıkımı ve Babil'le taşıdığı ortak özellikler anlatılıyor. İncil'de ise yine Vahiy bölümü kısmında şöyle geçiyor: «Bundan sonra büyük yetkiye sahip başka bir meleğin gökten indiğini gördüm. Yeryüzü onun görkemiyle aydınlandı. Melek gür bir sesle bağırdı: “Yıkıldı! Büyük Babil yıkıldı! Cinlerin barınağı, Her kötü ruhun uğrağı, Her murdar* ve iğrenç kuşun sığınağı oldu. Çünkü bütün uluslar Azgın fuhşunun şarabından içtiler. Dünya kralları da Onunla fuhuş yaptılar. Dünya tüccarları Onun aşırı sefahatiyle zenginleştiler.”» Bir hatırlatma. İkiz Kuleler, bilinen adıyla "Dünya ticaret merkezi." 17. Yine İncil'in Vahiy bölümünden: «Gökten başka bir ses işittim: “Ey halkım!” diyordu. “Onun günahlarına ortak olmamak, Uğradığı belalara uğramamak için çık oradan!» Sanki sözleşmişler gibi, o gün hiçbir yahudi, ikiz kulelerdeki işyerine gelmiyor. Kendilerini "Tanrının Halkı" olarak niteleyen tek milletse yine Yahudiler. 18. Üç dinin mensupları da Mesihin geleceğine inanıyor. Hıristiyanlara göre Mesih, yerüzüne geldi ve çarmıha gerildi. 3. gün, ölümden dirildi ve göğe yükseltildi. Müslümanlara göre ise çarmıha gerilen İsa değil, Yahuda İskaryot'tu. Yani İsa'yı ele veren havarisi. Yahudilere ve İlluminati'ye göre ise, Mesih hiç gelmedi henüz yeryüzüne. İsa, Mesih değil, sahte bir peygamberdi. Yahudilik, hala Mesih'in yeryüzüne geleceği beklentisinde. Bunun için Kudüs'teki Müslümanlara ait tapınağın altı kazınıyor ve birgün yıkılması, yerine Mesih'in gelmesi için yepyeni bir mabet yapılması hedefleniyor. Hıristiyanlar da aynı beklentide. Bush'unda bağlı bulunduğu Evangelist Kilise, Mesih'in gelmesini çabuklaştırmak için, Hıristiyan olmayan tüm ülkeleri ele geçirmek istiyor. Bu şekilde İsa'nın yeryüzüne gelmesinin çabuklaşacağına inanıyor. Evangelist olmayan Hıristiyanlarsa, Anti-Christ yani Mesih karşıtının Bush ve arkasında onu yöneten güçler olduğuna inanıyor. Özellikle de Irak Savaşı'ndan sonra. Bush, İkiz Kuleler'in yıkıldığı gün, ağzından bu sözü kaçırıyor. Büyük Ortadoğu Projesinin arkasında tek bir niyet var. İsa'nın gelmesini çabuklaştırmak. Yakın bir zamana kadar üstü kapalı olarak halkına anlatmaya çalıştığı bu isteği, arada sırada yaptığı gaflarla ağzından kaçırmadığı da olmuyor değil. Nitekim, kendisine yönelik Evangelist olmayan kesimin eleştirilerinden usanıp, ciddi ciddi "Yecüc ve Mecüc" kaygısı taşıdığını söylüyor. 19. Ve son bir alıntı. Armageddon: «İngilizce’de sevdiğim terimlerden biri “self-fulfilling prophecy” dir. Bu yazının başlığı terimin tam Türkçe karşıtı olmasa bile, anlam açısından demek istenene çok yakındır. Bu gibi inanışların birçok örneği vardır. Bunların arasında Karaip adalarında uygulanan “Voodoo” büyüleme tekniği vardır. İstatistiklere göre, “Voodoo”’un kendilerinin ölümü için yapıldığını bilenlerin ölme orantıları bilmeyenlerden çok daha yüksektir. Bu inançların en ilginci ve belki de en tehlikesi Hiristiyanların, özellikle Amerikan evangelist Hisistiyanların “Armageddon” inancıdır. Bu inanca göre Dünyanın sonuna doğru, bütün dünyayı kapsayan “İyi” ile “Kötü” arasındaki savaşta İsa geri dönecek ve “İyilerin” zaferine önderlik ettikten sonra bin yıl sürerecek “Dünya Saltanatını” kuracaktır. Bu saltanattan sonra İsa’ya inananlar onunla birlikte Cennet’te gidecek ve Müslüman ve Yahudileri de içeren diğerleri (ki dünya nüfusunun yüzde 75’ine yakın) Cehennem’e yollanacaktır. Armageddon’a inananlar tarih boyu değişik senaryolar uydurmuşlar ve her 15-20 yıl son savaşın hemen geleceğini, İncil’e dayanarak, saptadıklarını açıklamışlardır. Olaylar, yaptıkları hesapların saçmalıklarını her defasında açığa vurmuşsa da, bu Armageddon bezirganları yılmadan yeni senaryolar çizmişlerdir. Bir ara Armageddon’unKomünist (Kötü) ve Kapitalist (İyi) sistemleri arasında olacağını bizlere duyurmuşlar, Komünizm çöktükten sonra senaryoyu sarı ırkla (Çin) beyaz ırk arasındaki savaşa çevirmişlerdir. (Bu senaryolar revaştayken Amerikan başkanı Armageddon’a inanan Reagan idi. Bir ara Reagan’ın, inancını bir düğmeye basarak kolayca gerşekleştirebileceğini düşünüp epey korkmuş, fakat onun sekiz yılını kazasız belasız atlatınca biraz rahatlamıştım.) Çin, hem Avrupa’ya ve hem de Amerika’ya yaklaşınca bu senaryo da suya düşmüş, ve böylece bu sivri zekalılar birkaç yıl sessiz kalmışlardır. Fakat dünya’da bir gerçek varsa, o da bu gibi kişilerin yılmadan (utanmadan) yeni teoremler yaratmasıdır. Armageddon’a inanların en son senaryoları büyük savaşa Orta Doğu’da İsrail ve Araplar arasındaki mücadelenin neden olacağıdır. Şimdiye kadar uydurdukları her senaryoları boşa çıkan inanırlar için İsrail-Arap barışı bir ölüm cezası gibidir. Dolayısıyla, “inancı bütün” olanlar, özellikle Amerikan evangelist Hiristiyanları İsrail-Arap gerginliğini ayakta tutmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bu amaçla iki yıl önce yaptıları Evangelist Kongresine Sharon’u çağırmışlar, ve Sharon’da Armageddon’dan sonra evangalistlerin kendisini Cehenneme yolluyacaklarını bile bile kongede “dostlarını (evangelist Hiristiyanları)” son derece mutlu eden bir nutuk atmıştır. Evangalistler, bununla beraber başka eylemlere de girişmişlerdir. Bunların arasında İsrail’e düzenlenen evangelist “kutsal” turları da vardır. Bazı Amerika’li ve İsrail’li aydınlara göre, Arap-İsrail barışının en büyük engelleri arasında Amerikan evangelist Hiristiyanları vardır. Dünya liderleri arasında Amerika Hiristiyanlarına, özellikle evangelistlere, yaltaklık yapan tek Sharon değldir. Türkiye’yi yönetenlerinin bile “dünya dostları” içinde evangelist ve kendisi gibi inanmayanların Cehenneme gideceklerine inanan Bush vardır. İlginçtir, esasında bizim liderler de kendileri gibi inanmayanları aynı yere atmaktadırlar. Bir yandan Arap-İsrail mücadelesi, öbür yandan inançları birbirine 180 derece zıt kişilerin (kurt ile kuzunun) “aynı yatakta” yatmaları Armageddon’a inanların ekmeğine iyice yağ sürmüştür. Bizim toplumun da inancına göre kurt ve kuzunun aynı yatakta yatması, dünyanın sonunun geldiğinin bir işaretidir. Suudi Arabistan’ın, Türkiye’nin ve diğer Müslüman ülkelerin evangelist Bush’la aynı yatakta yatması acaba Armageddon’un geldiğini mi gösterir?» (Bkz. Hicri Köroğlu'nun ilgili makalesi) Kaynak: http://www.gizliilimler.tr.gg/K%26%23305%3Byametin-Alametlerinin-Gizli-Kodlar%26%23305%3B-2--k1-Yeni-k2-.htm

13 Nisan 2010 Salı

Fatiha Suresi ve Besmelenin Sırrı

Fatiha Suresi 7 ayettir. Birinci ayeti, Besmele-i Şeriftir. Bu sureye Sebulmesan yani “iki yedi veya iki yerde (biri Mekke de, biri de Medine de ) nazil olmuştur” denilmiştir. Zira peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)in Semavi kitapların bütün sırrı Kur-an da, Kur-an’ın sırrı Fatiha-ı Şerifte, Fatiha’nın sırrı da başındaki Besmele-i Şerifte mevcuttur. (H.Ş.) buyurdukları gibi hem Adem’in hem de alemin bütün sırlarını ihata ettiği anlaşılmaktadır. Allah lafzının başındaki Elif Zat’ını, Lamelif sıfatlarını, sonundaki Hu da Efal-i ilahiyesini remzettiği gibi, Besmele-i Şerifte de Bismillah Allah ın Zat ını, Rahman Allah ın sıfatlarını, Rahim de Allah ın Efalini remzetmektedir.
Allah bu mukayyet olan Adem ve aleme yedinci Ahadiyet mertebesinden BismillahirRahmanirrahim olarak Zat ı, sıfatı ve Efali ile tecelli ettiğini bildiriyor. Ahadiyet mertebesinde kelam ve hiçbir fiil olmadığı için Cemaat halinde kılınan Namazlarda bile imam efendiler besmeleyi hafi, ikinci ayetten itibaren Fatihayı ve zammı sureyi cehri okurlar. Çünkü Ahadiyette besmele gizliliktedir. Allah (c.c) böylece Ahadiyetten bu Aleme tecelli ederek Elhamdülillahirabbilalemin buyuruyor. Çünkü bir hadisi kudside: Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murat ettim, bu halkı halk eyledim buyuruluyor. Hud Suresi 3. Ayetinde Hüvel evveli vel Ahiri vel zahiri vel batın ve hüve bi külli Şeyin alim (Evvel de benim, Ahir de benim, zahir de benim, batın da benim.) diyor. Şu halde evvelde ve batında Hak olan bu Adem ve alemin, zahir ve ahirinin Muhammed aynasından Hakk ın görüntüsü olduğu anlaşılmaktadır. Bu kavseyn mertebesinde, Tenzih ve Teşbih tecellilerini birleştirip Tevhid zevki ile zevkidar olanlar, Adem de ve Alemde, Alemlerin Rabbine hamdin ne olduğunu bilirler. Onlar Tevhid ettikleri için Muhammediyyundurlar. Hakikati Muhammediyeyi idrak ettiklerinden seyyidlerden olmuşlardır. Üçüncü ayetteki Rahman ve Rahim esmalarına gelince Rahmaniyeti ile yarattığı sıfatlara tecellisiyle maddi ve manevi rızkını verdiğini ilan etmektedir.
Yaratılan sıfatların hiçbiri onun tecellisinin dışında değildir. Her sıfat varlığını, vuslatını her türlü güzelliğini ondan almaktadır. Rahim esmasıyla da istediğini isteyene bol bol verendir. Rahmaniyet nasıl umumi bir tecelli membası ise Rahim de o nispette özeldir. Zira men talebeni vecedeni H. Kudsi gereğince ancak talip olanlara lütuf ve inayetini gösterendir.
İşte mukayyet olan bu Aleme, Ahadiyet mertebesindeki gizliliğinden çıkarak bilinmekliğini istediği için Muhammed aynasından Rahman ve Rahimiyetiyle zuhura geliyor. Dördüncü ayette de Din gününün sahibi olduğunu ilan ediyor. Zira Bakara Suresi 115. ayette “Yüzünüzü ister doğuya isterse batıya çeviriniz, Rabbi’min yüzü oradadır” buyurulmuştur. Mülkünde kendinden başka bir kimse yok ki o Din gününün sahibi olmasın.
Şu halde her anımız bir Din günü olduğu gibi bir ömür de Din günüdür. Onun sahibi de Allah tır. Buraya kadar her ne kadar kulun dilinden Allah kendi yüceliğini bu Alemdeki tecellilerinde mertebe aynalarından zuhur ettiğini söylüyorsa da buraya kadar kulun bu ayetlerde hiçbir hissesi yoktur. İfadeler ikilikle anlatılacağı için birlik deryasındaki O Rabbi’min yönlerini kulun dilinden söylemiş oluyor. Aslında buraya kadar kul yoktur. Fatiha Suresinin yarısı Hakk’a yarısı da kula aittir denmiştir. Beşinci ayet ise yalnız sana ibadet ederiz dir. İbadet nedir? Kul nasıl ibadet eder? Zariyat Suresi 56. Vema halaktül cinne ve inse illa Liyağbüdün (Cin ve insanları bana ibadet etsinler için yarattım) buyurulmuştur. İbadet ise Allah ı Tevhid etmek ve bilmektir.
Şu halde kulun en büyük ibadeti kendisine nispet ettiği Vücut varlığının olmadığını, kendisi diye bildiği o varlığın Hakkın olduğunu bilmesinden ibarettir. Yoksa herkesin bildiği gibi bol bol zahir Namaz kılmak, Kur-an okumak gibi ikilikle yapılan ibadetler değildir. Çünkü Allah şirkle yapılan ibadetleri kabul etmiyor.
Kul zannındaki nispetlerinden kurtulunca kendisi yok olacağı için Allah tan başkası kalmayınca aynı zamanda Tevhid de edilmiş olacaktır. Zaten ondan başkası yok ki. Rahman Suresi 26. Küllü men aleyha fanin ve yebka vechü rabbike zülcelali vel ikram (Her şey yoktur. İkram sahibi Rabbi’min yüzünden başka) buyurulmuştur. İyyakenestain demekle, yalnız senden yardım isteriz veya yalnız sana yardımcı oluruz denir. Kulun Allah’a yardımcılığı herkesin bildiği gibi bir yardımcılık değildir. Allah’ı kendi mazharından kemalatıyla zuhura getirmektir.
İşte Rabbimin gizlilikten, kemalatıyla kul mazharında açığa çıkması ve kulun Rabbine daima muhtaç oluşunun idrakiyle altıncı ayet olan Sıratı Müstakim yolu olan Tevhid yolundan ayırma diyerek, kulun dilinden kul olarak istekte bulunuyor. Çünkü Rabbim hiçbir şeye muhtaç değildir. Kul ise daima Rabbi ne muhtaçtır. Doğru yol Tevhid yoludur. Kur’an’ı Kerim ahkamı ve sünneti seniyye doğrultusunda İnsan-ı Kâmillerin gösterdikleri Tevhid yoludur. Resulullah (S.A.V.) Efendimiz miraçtan dönüşte üç ilimle geldi.
1- Umumi, herkese
2- İsteyene verilen özel
3- Kendisine ait

Bu iafedeler umumidir. Tevhid içinde mana verilirse:
1
- Bütün saliklere meratibi ilahiyenin mertebeleri aynı telkin edilir. Hiç birine ayrım yapılmaz. İnsan-ı Kâmilin salike bu telkini ilmel yakındır. 2- Özel isteyene ise Rabbine küllü teslimiyeti sonunda tecelli Ef’al, tecelli Sıfat ve tecelli Zat gibi Tevhidi şuhut ve müşahede zevklerine sahip olup Muhammediyyün olmasıdır. Buna aynel yakın müşahede ehli de denilebilir. 3- Resulullah (S.A.V.) efendimizin kendisine ait olması ise o sırdır. Kendisi ve varislerinin ona vakıf olmasıdır ki, o söylenmez.
İşte bir salik de fenayı Efal, fenayı Sıfat ve fenayı Zat mertebelerinde kendi varlığının olmadığını ilmel yakın bilmiş olur. Beka zevkleri de, ona tecelli Efal, tecelli sıfat ve tecelli Zat ile şuhudu zevkleri, gönlünde tecelli etmesiyle de her kişide istidat ve kabiliyetine göre zuhur ettiği için özel olmuş oluyor. Rabbimden istediği kadar ihsan edilmiş oluyor. Üçüncüsü ise makamı Mahmuttur. Resulullah (S.A.V.) Efendimize aittir. Varisleri de oraya Resulullah (S.A.V.)ın müsaadesiyle ayak basarlar. Teberrüken girdikleri için Resulullah (S.A.V.) Efendimizin makamı olması hasebiyle onun namına imza atarlar.
Ayrıca bu yerde laf ve saft yoktur. Sır olduğu için anlatılmaz. İşte bu anlatılanlara vakıf olan kullar kendi acizliklerini idrak ettikleri için yalvarırlar, yakarırlar ve her an ayrı şandaki tecellilerinin zevkini bizlere de ihsan et derler. Peygamberlere ve Evliyalara verdiğin her türlü ihsan ve nimetlerini bizlere de ver derler. Peygamberlere uymayan kavimleri helak ettiğin gibi gazaba uğrayanların ve doğru yol olan Tevhid yolundan ayrılanlar gibi bizleri ayırma diye Fatiha nın yarısından sonraki ayetlerde de kul olarak istekte bulunmaktadır.
İşte varlığı olmayan fakat Allah’ın zuhur etmesi için Allah’ın bir sıfatı olan bu Adem mazhar olarak, Ahadiyetinden mertebe mertebe yedi ayet halinde tecelli eden Hakkı zuhura getirmektedir. Adem, yedi ayetten müteşekkil olan Hakkın Hüvviyet ve enniyetini kemaliyle zuhura getiren Muhammed aynasından ibarettir. Ademliğini bulanlar Elif, Lam, Mim sırrına sahip canlı ve şüphe götürmeyen bir kitaptır. Böylece her gün 40 defa Fatihayı okumamızın nedeni ortaya çıkmış oluyor.
Namaz kılan bir kişi her Fatihayı okuduğunda tekamülde olduğunu bilmeli ve kendinin canlı bir Fatiha olduğu için 7 penceresinden Hakkın her an ayrı bir tecellisini, kendini yakın takibe olarak müşahede etmeye gayret göstermelidir. Allah cümlemize bu zevkleri tattırmak nasip ve müesser etsin. Amin.
Ahmet EFENDİ

10 Nisan 2010 Cumartesi

BENİM ÜMMETİMİN ÖMRÜ 1500 SENEYİ PEK GEÇMEYECEK

"Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek"

Bu ifadenin hadis olduğuna dair kuvvetli deliller mevcuttur (Kaynakları: Suyutiel-Keşfu an Mücavezeti Hazihil Ümmeti el-Elfu,el-havi lil Fetavi,Suyuti 2 / 248,tefsiri Ruhul Beyan Bursevi(Arapça) 4 / 262, Ahmed bin Hanbelİlelsh89)

İlk insan Hz Adem'den bu yana ne kadar zaman geçmiştir? Ve bu hususta ileri sürülen yüz binler yıllık tarihler, ne derece doğrudur? Bugünkü kabule göre, dünya 5 milyar yıl önce sıcak ve yoğun bir gaz kümesi idi 4 milyar yıl önce ise, koyu bir ateş topu halinde bulunuyordu Hayat ise, tek hücrelilerin ortaya çıktığı 1 milyar yıl öncesine dayanıyor

Bu tahmin, çağlar boyunca zamanın hep aynı aktığı ve sabit kaldığı düşünülerek yapılıyor Halbuki zamanın değişken bir boyut olduğu ve onun, atomda, ışınlarda, olayların başında ve sonunda farklı bir seyir takip ettiği anlaşıldı Bu durum, bir ırmağın yeryüzü şartlarına göre aynı hızlarda seyretmemesine benziyordu

Zaman, mesela, ilk çağlarda genişleme gösterip durgun akabildiği gibi, asrımızdaki şekliyle de daha hızlı bir seyir takip edebiliyor İlk çağlardaki iri hayvan ve bitkilerin, şimdikilere oranla on kat daha fazla yaşadıklarına bakılacak olursa, o çağlarda zamanın on kat daha yavaş aktığı söylenebilir Bu durumda yaş hesaplamalarını, şimdiki zaman akışına göre yaklaşık (1/10) onda bir ölçüsünde küçültmek mantıklı olur


Buna göre Güneş Sisteminin 4 milyar değil 400 milyon, hayat başlangıcının 1 milyar yıl değil 100 milyon yıl önce ortaya çıktığı ve 100 bin yıl olduğu farz edilen insanlık tarihinin 10 bin yıl olduğu sonucu ortaya çıkar

Cisimler hızlandığında ve ışık hızına yaklaştığında, mutlak sandığımız değerlerin bir bir değiştiğini gözleriz Yani o kişi 1 yıl yaşadığında, biz 14 yaş almış oluruz Bu hızda seyreden birinin sadece zamanı değil, boyu da değişikliğe uğrayarak yarıya iner Ağırlığı ise üç misli artar Diğer bir ifadeyle, ağırlığı 70 kg'dan 210 kg'a yükselen o kişinin elindeki metre yarı yarıya kısalmış, kolundaki saat ise yerdeki bir insana göre 14 defa daha yavaşlamıştır O kişinin böyle bir saatle kainatın geçmişini ve insanlığın tarihini ölçmesi halinde ulaştığı sonuçlar doğru olabilir mi? Aynı şekilde yerdeki biri de, enerji dünyasını normal saat ve cetvelle ölçmeye teşebbüs ederse başarı elde edebilir mi? Maddi alemin çapını, kütle hesabını ve zamanını bu ölçülerle incelersek doğru sonuçlara ulaşamayız Aynı hesaplamayı, enerji dünyasında yaşayan enerji-varlık cinlerden biri yapmaya kalkışsa, enerjinin ölçüleriyle maddi dünyayı ölçmeye çalışsa, doğru sonuçlar elde edemeyecektir

Radyoaktif elementler, “yarı ömür” denen sırlı bir olayla, belli bir zaman sonra, esrarını bilemediğimiz bir şekilde enerji denen mahiyete çevrilir Mesela 1 kg Uranyum, 1620 sene sonra yarım kiloya iner Bu süre Uranyumun yarı ömrüdür Maddenin bir şekli ve boyutu varken onun hamuru ve aslı olan enerjinin, boyutsuz ve zamansız dünyasının sırlarına henüz vakıf değiliz Bildiğimiz bir şey, enerjinin ışık hızında olduğu ve maddeden tamamen farklı özellikler sergilediğidir Radyoaktif elementlerin belli bir zaman sonra yarıya inmesi, canlıların özellikle yakın geçmişleri ile ilgili ipuçları vermektedir Ne var ki, biz, hesaplamaları hep madde konusuyla ele alıyoruz Bu hesabı enerjinin ölçülerine göre yaparsak: Yani neredeyse ışık hızı dediğimiz ışık hızının %99 küsuru ile ele alırsak (Elektron gibi birçok atomaltı ve kozmik parçacıklar bu hızda seyrederler Dünyanın yaşı ise 4 milyar yıl yerine 300 milyon yıl bulunur 100 bin yıl önce ortaya çıktığına inandığımız insanlık tarihi ise, aniden 7000 yıla iniverir

Bu anlatılanları destekleyen meselenin bir başka yönü de, ivmeli bir artış gösteren dünyanın şu andaki nüfus miktarıdır Eğer insanlık tarihinin 15 bin yıldan bu yana devam ettiği ve bu tarih boyunca ortalama ömrün hep 70 yıl olduğu kabul edilirse, dünya nüfusu yapılan hesaplamalara göre şimdi 1 trilyon civarında olmalıydı Şu andaki teorik anlayışa göre yüz binler yıl olduğu ileri sürülen insanlık tarihinin 15 bin yıldan daha kısa olması gerekiyor Bu da kafi gelmemekte, atalarımızın ilk zamanlar 600-1000 yıl gibi daha uzun ömürlü olduklarını kabul etmek durumundayız 100 sene sonra dünya nüfusunun ne kadar olacağını tahmin edebileceğimiz gibi, aynı tahmini geriye doğru gittiğimizde, Hz İsa döneminde dünya nüfusunun 250 milyon kadar olduğu hesaplanıyor (Miller, CTyler “Living In the Environment” Kaliforniya ABD 1975) Dünya nüfusuna tesir eden veba gibi salgınlar ve savaşlarda ölenlerin ancak nüfusun yüzde bir buçuğuna tekabül ettiği kabul ediliyor Sadece nüfus artış hızı bile insanlığın ömrünün 10 bin yılı geçemeyeceğini gösteriyor

Bugünkü tarih hesaplamalarında kullanılan metot, termodinamik soğuma gibi kaba bir metottur Radyoaktif yarılanmaya dayanan hesaplama metodu ise, uzak zamanlar için doğru sonuçlar vermemektedir Bu durumda en güvenilir ve doğru kaynak, Kur'an ve Hadislerin haberleri olmalıdır Zaten ilmin doğru sonuçları ile Kur'an'a ait gerçekler birbiriyle her zaman mutabık kalmış, birbirini çürütmemiştir Çünkü kainat ve Kur'an, Allah'ın iki ayrı kitabıdır Yeter ki her iki kitabı da doğru anlayalım ve yorumlamayı bilelim Bazen görülen yanlışlıklar, yorumlayanların yetersizliğinden ileri gelmektedir

Peygamberimiz “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim” buyuruyor Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek” buyurmuş Günün dörtte ya da beşte biri olan ikindiden akşama kadar ki vakti 1500 yıl kabul ettiğimizde, insanlığın ömrünün 6000 - 7500 yıl arasında olduğu ortaya çıkar Diğer bir meşhur hadis rivayetinde ise bu açıkça ortaya konmuştur: “Adem'den kıyamete kadar insanlığın ömrü yedi bin senedir” Görüldüğü gibi bu üç hadis birbirini teyit etmekte ve tamamlamaktadır Muhbir-i Sadık olan Peygamberimizin (sav) ahirzamanla ilgili verdiği haberler bir bir çıkmaktadır
(Geniş bilgi için Bak Bediüzzaman Said Nursi: Barla Lahikası, Sf: 324-326 Envar Neşriyat)
Mesela ışık hızına çok yaklaşan birinin zamandaki seyri, bize göre 14 defa daha yavaştır Tabii ki bu hızda parçacık değil ışın halindedirler), hesaplarımızda düzeltme yapmak zorunda kalır ve kainatın yaşının 16-20 milyar yıl değil, bunun on dörtte biri olduğu sonucuyla karşılaşırız Bu durumda insanlığın ömrünün yüz binler yıl olduğu iddiası da geçerliliğini kaybediyor